Simya yazili tarihin ilk dönemlerinden beri yasadigimiz hayatin icinde olmustur. Lao Tzunun hükümranligindaki Cinden, Misir Kralligina; Büyük Iskenderin Yunan Imparatorlugundan, Islami fetih cagina, Endonezya Takimadalarindan, Viktoryen okültizminin karanlik cagini yasadigi dönemlere kadar hemen her kültürde simya farkli bicimlerde de olsa varolmustur. Yanilgilar Tarihi denilerek kücümsense de bir insanin hayatta vakif olabilecegi en etkili sir olarak da görülmüstür. Pek cok defa ham madenlerin altina dönüstürülmesiyle elde edilen hileli ve illüzyonal bir dünyevi kazanc kaynagi olarak tarif edilmis olsa da, bir insanin yalnizca dürüst bir ehil yardimiyla ve temiz bir kalple tatbik edebilecegi tanrisal bir sanat, tanrinin en yüksek bir lütfu olarak da tanimlanmistir.
Simyada bütüncül dünya anlayii cok merkezi bir ilkedir; yapilan ister bir hile ya da bir sarlatanlik olsun, isin her asamasi sürecin bütünü ile iliskili oldugundan cok önemsenir. Dönemin simyasinda yalnizca laboratuar sürecindeki asamalara dikkat edilmiyordu; örnegin yildizlar ya da ayin evreleri de ayni ölcüde göz önünde bulunduruluyor, rüyalar kaydediliyor, yine sezgiler de dikkate aliniyordu. Simyaci icin evrende birbiriyle iliski icinde olmayan ya da kapsam disi hicbir sey yoktu. Raslanti denen sey gercek hayatta var olamazdi. Her sey sürecin ya da büyük resmin bir parcasiydi. Bu bütünsel dünya anlayisi bugün de yeryüzünden tamamiyla silinmemistir, dünyanin cesitli yerlerindeki geleneksel topluluklarin hayatlarinin bir parcasidir. Yalnizca bizler, yani batililar böylesi bir gerceklik kavrayisindan koparilmis bulunuyoruz ve muhtemelen de bu alanda diger toplumlarin oldukca gerisinde bir noktadayiz. Bu, simyanin neden hala hayatimizda oldugunun bir cevabi olarak görülmelidir belki de simya; her birimizin farkinda olmamasina ragmen sahip oldugu bir sirli cevheri, yeniden kesfetmek, itibarini iade etmek ve tanimlamakla görevli kilindigimiz bir gücü bünyesinde tasiyor olabilir.